19 Şubat 2012 Pazar

Karla Karışık










 Bunu yolumuzun üstündeki bir lokantanın duvarına 15-16 yaşlarında bir genç yaptı. Yapılma sürecini de keyifle izledik. Fakat şimdi o lokanta kapandı ve mekan, bakımsız ve terkedilmiş gibi...Tabelaya göre yakında burası bir evcil hayvan dükkanı olacak. O zaman bu güzelim resmi ne yapacaklar acaba?





18 Şubat 2012 Cumartesi

Terliksi Keçeler

Ne zamandır gözüm vardı bu keçe çarıklarda ama bir türlü kısmet olmamıştı. Sonunda aldım ve mutluyum ve tabii ayaklarımda mutlu çünkü çok sıcaklar :)))


Ege'ye da almak istedim ama küçük olanı yoktu. Her ne kadar patik tarzı şeyleri giymekten hoşlanmasa da bunlarla koridordan bir uçtan bir uca kayan annesini görünce o da heveslendi. Bulursam bal kabağıma da alacağım.


16 Şubat 2012 Perşembe

Olanlar

Artık nur topu gibi 5 yıllık oturma iznim var:



Bunu alana kadar nasıl süründük anlatamam....Rusya'daki bürokrasi anlatılmaz yaşanır :))) Özellikle Ege'yle süründüğümüz o koridorların dili olsa da konuşsa :)) Bir keresinde öğlen saat 2den akşam 8e kadar sıra bekledik yavru kuşumla ve bize sıra geldiğinde saat 8i 2 dakika geçiyordu. Saygıdeğer hanımefendi o kadar dil dökmemize rağmen bizi kapıdan geri kovdu. Neyse her şey oldu bitti geçti. Başardık ve ben şimdi sürekli çantadan çıkarıp buna bakıyorum. Vay be diyorum :)))
Babaannemiz de bize bu süreçte çok yardımcı oldu, onun da hakkını yemeyelim...Yani o da bizimle birlikte süründü...

15 Şubat 2012 Çarşamba

Rusları Tanıyalım -2- RUS BANYOSU

Bu toplu halde banyo konusuna hep ön yargılıydım. Ta ki annem, beni temiz ve güzel bir hamama götürene kadar. Çıktıktan sonra nasıl bir rahatlama hissediyor insan, nasıl parlıyor cildi...Gerçi bir daha gitmek kısmet olmadı ama en azından bir fırsat daha olsa hayır demem.

Rus banyosu da hamama benzer toplu halde yapılan ya da birlikte yapılınca keyifli olan bir seremoni.... Ben birebir yaşadığım şekli ile anlatacağım. 

Geçen sene yılbaşı için gittiğimiz Sibirya'da kısmet oldu. Yeni yılın tüm yemek hazırlıkları bittikten sonra hanımlarla bir banyo sefası yaptık. Teyzemizin müstakil evinin yanında küçük kulübe şeklinde ahşap bir yapıydı banyo.


İki bölümü vardı. Bir odada tuğladan yapılmış şömine benzeri cayır cayır yanan bir ocak ; diğer odada ise sıcak ve soğuk su doldurabileceğiniz iki kocaman varil, 2 bank, sabunlar, şampuanlar, duş jelleri vs. vardı.


Ocağın olduğu odanın sıcaklığını tahmin edemezsiniz (benim gibi sıcak sevmeyen biri için DEHŞET VERİCİ), nefes almak bu kadar yakıcı olamaz.


Bu sıcak odaya girip de beyin kanaması geçirmemek için, girmeden önce verilen keçe şapkayı mutlaka giymek lazım. O dehşet sıcaklıkta beyninizi haşlanmaktan koruyor... gerçekten koruyor...


Bu da bizim şapkamız...


Ocağın olduğu odada aşağıdaki resimdeki gibi banklar vardı. Biraz o banklarda oturup lak lak ettikten sonra kızlardan biri yüzüstü uzanmamı söyledi.  Küçük bir leğenin içinde ıslanan ağaç dallarını alıp sırtıma yavaş yavaş vurarak masaj yaptı.Yelpaze şeklinde bağlanmış bu ağaç dalları, meşe ya da huş ağacı (burada çok bulunan Берёза (biryoza)).


Bu ağaç dallarına Rusça  веник (venik) deniyor. Tıklarsanız bir sürü çeşidini görürsünüz.


Artık sudan ve sıcaktan yorulup çıkmak istediğinde kafada havlu, üstünde bornoz, ayağında keçe çizmelerle -30 derece olan dışarı çıkıyorsun. Eve kadar olan 10-15 metrelik mesafede soğuk seni kendine getiriyor. Aslında o  sıcaktan sonra ya kara yatılırmış ya da havuza atlanırmış. Anlayacağınız şok etkisi yaratmak lazım, banyo ne kadar sıcaksa sonrasında o kadar soğuk bir olay olmalı! Nihayetinde cildindeki ışıltı ve bedenindeki rahatlama hissiyle günü tamamlıyorsun. 

Bizimkisi yılbaşı gecesi olduğu için biz geceyi, sabaha bağlayana kadar güzel bir sofrada votka içerek tamamladık. Bu Rus sofrası meselesini de çok yakında ele alacağım....Heyecanla bekleyiniz :)

3 Şubat 2012 Cuma

HERŞEY BİTER BİR ŞEY BİTMEZ


“Kartların yerlerini değiştiriyorlar” dedi.
“Efendim!”
“Gözbağcılar diyorum, el çabukluğuyla kartların yerlerini değiştiriyor.”
“Nasıl?”
Saçları dağınıktı. Bu soğukta bahçedeki bankta yan yana oturuyoruz. Elleri böğründe, öne arkaya sallanmaya başladı… Sayıklar gibi hızlı hızlı söyleniyordu;
“Bul karayı al parayı oyuncuları… Ağızlarındaki sakız, değişim, özgürlük, demokrasi… Görmelisin bunları! Ahali devamlı yanlış kartlara oynuyor…
“Ne anlatıyorsun?” diyebildim. Ayağa kalktı…
“İç dünyalara ait dini inançları devletin temellerine taşıyıp, düşünceyi, sanatı, bilimi, içeri tıkıyorlar.”

Manzaraya daldım. Nasıl güzel kar yağıyor… Doğa sessizce gelinliğini giyerken alegorik ahkâmların olabildiğince uzağında olmak isterdim… Ama Türkiye’de yaşıyoruz. Biliyoruz, duyuyoruz, görüyoruz… Ve dostumun susmaya hiç niyeti yok. Konuşuyor;

“Karşı Devrim Festivali bu… Yazarlardan, basılmamış kitaplara, orduya kadar hız kesmeden sürüyor.
Melelerle molla düzeni düşlerinden, Cumhuriyet Bayramı ve 19 Mayıs törenlerini iptal etmeye, ilkokul öğrencilerini umreye götürmeye kadar, birbirinden çarpıcı filmler izliyoruz. Daha vizyona girecek pek çok dudak uçuklatıcı senaryo var! Bütün bu karanlık hikayeleri bünyesinde toplayan başyapıt, insanların korku mağaralarına püskürtüldüğü ‘İleri Demokrasi’ isimli polisiyedir.”
Bahçeyi seyrediyorum… Ağaçlar hayalet gibi… Karlar kraliçesi rüzgarlı etekleriyle bale yapıyor sanki.
Konuğum bembeyaz dekorun ortasında anlatıyor;
“Dinler, inançlar, mezhepler, kimlikler üzerinden siyaset yapanlar…
Tercihlerden, farklılıklardan rahatsızlık duyanlar, ülkenin kültürel zenginliğini tuzbuz ettiler…
Elde ikiye ayrışmış siyah-beyaz bir fotoğraf kaldı.
Cumhuriyeti koruma refleksini asla yitirmeyenler…
Ve karşı devrimcilere verdikleri destekle bugünlerin kara filmini yaratanlar…
Bilgi kirliliği ile kafaları karıştırılmış, kabullenmiş, tepkisiz, sorgulamayan, reddetmeyen…
Korkular ve kalıplar içinde gerçek özgürlüklerden bihaber…
Doğasını, denizini, dağını, atasını, geleceğini sahiplenmeyen insanlar.”

“Buz çiçekleri muhteşem görünüyor…”

“Bir de, aydınlığını söndürdükçe daha çok yıldızlaşan ekran markaları var...
Tek gözleri hep kapalı olan ‘sahibinin sesi’ demokratları.
Birkaç tematik kanal ve bağımsız yayınlar dışında ortalık sütliman.
Dördüncü kuvvetten düşen medyanın sanal gündeminde suya sabuna dokunmayan haberler…
Ve çoğunlukla zırcahillere yönelik saçmalıklar...
Bir mekanizmayı harekete geçiren sözde güç, kraldan çok kralcıların karartma gecelerinde güvende…”

Akşam denizi donuk ve sütlimandı… Kuşların dansını seyrederken, dostumun son cümlesine takıldım.
İstemsiz olarak ayağa kalkıp konuşmaya başladığımı hatırlıyorum;
“Güven mi dedin?
Acaba öyle mi?
Sahnelenen oyun, özgüvenden çok bir korkunun temsiline benziyor.
Korkunun… Çünkü içindeki küçük atmosferin evrensel çağda bir gülüş soluğundan öte bir şey olmadığını bilmenin ezikliği… Tanrıyı bile kendince yöreselleştirip, bu usdışı dar kalıpları koca bir ülkenin kaderi yapmaya çalışmanın beyhude gayretkeşliği… Ki, içinde birazcık inanç taşıyan birisi, başkalarının yazgısı ile böyle vicdansızca oynamanın en büyük günah olduğunu bilir.
Üzerindeki kasvetli örtüyü atıp, ülkeyi aydınlığa çıkaranlara karşı kötücül bir kinle sürüp giden karanlık av, korkularının hücresinde çağdan saklananların hezeyanlarından başka bir şey değil.
Yazılarından, kitaplarından ötürü hapse atılanlar, asla terk etmeyecekleri sınırsız düşünceleriyle sonsuza kadar özgürdür... Ama onları duvarların arkasına koyarak tutsak ettiklerini sananlar, kendi iç zindanlarında cehennemi yaşar.”

Kar tipiye çevirdi. Yavaşça akşam oluyordu… Dostum taş merdivene oturdu. Verandada gezinip içini dökme sırası bende idi;
“Gerçek sanattan, çağdaş bilimden, sevgiden, akıldan yana olanlar, usdışı saplantılarla uzlaşamaz.
O halde, adı ‘muhalefet’ olanların, ayaklarında pranga varmışçasına beyaz bayrağı çekip, bu paslı mekanizmanın parçası görünümünde tutuk ve işlevsiz devinmeleri ne kadar anlamsız…”

Dizlerime yaklaşan karda bahçenin kenarındaki taflanların yanına kadar gittim. Komşunun kedisi Romeo bata çıka beni takip ediyordu.
 “Bak Romeo” dedim…
“Göz alıcı renklerle süslenmiş karanlık lunaparktan tarihe trajikomik izler yansıyor…
Çağdaş yaşam korkusunun, sanatla, bilimle, kadınla, evrensel güzelliklerle savaşı dünya sömürgenlerinin sevdiği görüntülerle sürüyor.
Atatürk Türkiye’sinin kanatlarını koparıp tekrar şark cumhuriyetlerinden birine çevirebilirler mi?.. Ki, görgüsüz para metropollerinde ABD’ye secde edenlerin yaşadığı o şeriat ülkelerinin pek çoğu, öteki dünya masallarıyla avunan, bilim adına binyıllardır çöp bile yaratamamış bir coğrafyanın biçareleridir.”
Romeo kocaman gözleriyle yüzüme baktı, karlara gömülerek yan bahçeye doğru koşmaya başladı.
Arkasından bağırıyordum;
“Gördüğüm ülke manzarasında boyası bulunan, hangi makamda kim varsa, hiçbiri benim gönlümdeki ülkenin yöneticisi olamaz. Kendilerine biat edenlerle birlikte yarattıkları korku imparatorluğu ise sadece boyun eğmekten başka gidecek yolu olmayanları bağlar.”

Yokuşta patinaj yapan bir arabanın inlemesi duyuldu.
Verandada kimse yoktu. Dostum üşüyüp içeri girdi herhalde…

Odama yöneldim, kayıt cihazını açtım. Biraz reverb… Güzeeel!
Bir kar bestesi yapmak için gitara uzandığım an kulaklığımda sokak kapısının kapanışı yankılandı.
Merdiven boşluğunda bir şarkı mırıldanarak uzaklaşan ayak sesleri duydum;
“Her şey bitti dediğin anda, bir gül kök salar damarlarında.”
Sonrasızlığı reddedenlerin mantrasını seslendim içerden, duydu mu bilmem;
“Her şey biter bir şey bitmez.”

Işık ve sevgiyle…

İlhan İremOdatv.co

Rusları Tanıyalım -1- VALENKİ

Havanın -25lere kadar düştüğü şu günlerde bu 'tanıyalım serisine' kışa özgü çizmelerle başlamak lazımdı. 



Tavsiyem, öncelikle tuşa basın ve bu çizmelere yazılmış şarkı eşliğinde yazıyı okumaya devam edin.

Karşınızda "валенки" (valenki).... Kelime anlamı olarak keçeden yapılmış anlamına geliyor. Ege'ye giydiriyordum ama geçen seneye kadar kendim hiç giymemiştim. Şunu test edip onayladım ki Sibirya'nın o dondurucu soğuklarında bile ayaklarınızı sıcacık tutuyor.


Bu resimde görülen orijinal haliyle çocuklara giydirilen.... Haliyle keçeden yapıldığı için su geçiriyor. Bu nedenle bizim cizlavet dediğimiz galoş tarzı bir lastikle giyiliyor. (Donmuş kar ve kuru ayazda bu cizlavetler olmadan giyilir)



Tarihteki ilk valenki kalıbının yaşı 1500 yıldan daha fazla imiş. Rusya'da 15 yy. başlarından itibaren görülmeye başlanmış. Yapımı zor ve pahalı olduğundan daha çok zenginlerin giyermiş ama makinelerin kullanılmasıyla birlikte 19 yy.dan itibaren yaygın bir şekilde giyilmeye başlanmış. Rusya'da halen orduda giydirilmektedir.


  • Rusya'da yılda 4.5 valenki üretimi yapılıyor.
  • Moskova'da bir müzesi var. (Tıklarsanız çok güzel valenki göreceksiniz)
  • Şu ana kadar yapılmış en büyük kalıp 130 numara :))






Bunlar da bir marka tarafından modernleştirilmiş halleri...Bugünlerde çok çok güzel şekilde süslenmiş normal çizme gibi giyilebilenlerini bir çok kişinin ayağında görmek mümkün.






Bu yazıdaki resimleri buralardan aldım:
www.rusvalenki.ru
www.novate.ru
www.helsinkiforrussians.ru
www.dreamstime.com
www.thisnext.com
www.valenki.png
www.diamanti.blogg.se