22 Şubat 2011 Salı

3 Çaydanlık

Başlık ve resimleri gören de çay için deli oluyorum, çay içmeden duramıyorum sanır oysa yok böyle bir şey!! Her ne kadar çay seven bir aile ve sülaleden gelmiş olsam (hatta kayınvalidem de bir çay delisidir) da benim 40 yıl içmesem çay içmek aklıma gelmez!!!

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu derseniz, efenim açıklayayım:
Biri anlaşılacağı üzere Türklere özgü olan çay demliği, yani o biraz memleket hasretinden!!! Ben bavula koyup getiremedim ama getirip de fazlası olan arkadaşım Sibel'den... Sabahları çay içesim varsa Türk usulu demlemek hoşuma gidiyor :))



Kuyruğu kalkık olan sadece su kaynatmak için... porselen demlikte demleyip çaylarımızı öyle hüpletiyoruz. Eşim bu şekilde içmeyi seviyor. Bu şekilde yapılan çay aslında daha lezzetli ama porselen demlikteki dem ikinci bardaktan sonra soğumaya başlıyor o nedenle dezavantajlı.


Bendenizin eliyle süzgecini de göstermeye çalıştığım çaydanlık, henüz çay içme yaşına gelmemiş oğluma, kuşburnu, ıhlamur, elma çayları kaynattığım çaydanlık... kuyruğu dik olanı alırken eşimin ısrarıyla almıştım ama iyi ki de almışım, çok kullanışlı!!

16 Şubat 2011 Çarşamba

Biraz da Ege'den

Annenin ilk pelmeni (rus mantısı) denemesinde KOBAY EGE
Türkçe linki bulamadım ama bir kez daha yaparsam detaylı resim koyacağım




-20 küsur sıcaklıktan ELMA ŞEKERİ EGE




Üç resme de dikkatlice bakalım lütfen!! Annesinden ZAMANI ÇALAN EGE



 Evimin direği, gemimin küreği, PASPASCI EGE



Puşkinoya yaptığımız otoban, KARAYOLCU EGE (hatta jet bile kondurduk bu yola:)))




Annesine yalvararak okutamadığı dergiyi kendi okuyan hatta annesine anlatan ENTEL EGE


'Yaz gelince güneşten korunmak için bunu takarız' dedi anne ve oğul ne yaptı? Pencereden (-23 derece sıcaklıkta) vuran güneşten korunmak için evde şapka taktı ve tüm gün çıkarmadı. YAZI ÖZLEYEN ANNE VE EGE


 Yaza hazırlanmaya Artur'dan hibe edilen bisikletin sevinciyle devam eden SPORCU EGE



Kendi kendine oynamayı öğrendiğini artık annesine ispat eden OYUNCU EGE. Bu da onun benzinci düzeneği... 

9 Şubat 2011 Çarşamba

Pes Doğrusu Dediklerim

Yabancı bir elde yaşadığınız da ister istemez bazı şeyler size hep garip geliyor, ya da nasıl diyim insanın hep bizde böyle olmuyor diyesi oluyor. Benim de dediklerim var,

Daha önceden de bahsetmiştim burada evler 40lı 60lı metrekarelerle ölçülüyor, yani bizimkilere kıyasla çok afedersiniz kümes vari ancak bu kutu evlerin minicik banyolarında her zaman normal boyutlarda (oturulan cinsten değil) bir küvet var. Banyonun yarısı küvetten ibarettir ve bu bana hiç pratik gelmiyor. En kısa zamanda bir duşakabin yaptırmak istiyorum.

Ayyaş kadınlar, sokaklardaki grup halindeki votkacıların arasında mutlaka 1-2 kadın da var(Kadınlar bu konuda da rahatlar :))). 


Tek odalı evlerde (1 oda-mutfak-banyo: evin hepsi bu kadar) 2 kedi, 1 köpek, 2 çocuk ve ebeveyn olarak yaşamayı başaranlara ne demek lazım bilmiyorum. Burda hemen hemen her evde en azından bir kedi bulunur. Hatta evde hayvan sevmeyen (sadece evde sevmiyorum) 'ben'le ilgili eşimin arkadaşları, taa çocukluğuma dair sorular soruyorlar : 'Acaba neden sevmiyorum?' diye. Garip geliyor onlara.

Tüm çocuklar okula giderken yanlarında ayrıca bir ayakkabı götürüyorlar(genelde hep aynı tarz bir çantanın içinde). Okulun girişinde çizmeler çıkıyor ve o ayakkabılarla giyiliyor, hatta şu an gittiğim okulda öğretmenlerin bile portmantoda daimi duran okul ayakkabıları var. Bana çok sağlıklı bir uygulama gibi geliyor.

Konu ayakkabıdan açılmışken bir gözlemimi daha paylaşayım: Kadınlı erkekli tüm herkesin (ayyaşlar ve ben hariç) ayakkabıları her daim tertemiz. Yaz, kış, çamur, yağmur hiç farketmiyor; metroda oturup baktığımda bir tane kirli ayakkabı görmüyorum ve kendiminkine bakıp utanıyorum. Benimkinin kıyısında köşesinde mutlaka çamur filan olur ya da bir şey yoksa mutlaka Ege basmıştır :)))))

Her yerde okul, hastane,poliklinik,ev,devlet dairesi,berber mutlaka bir köşede saksı çiçekleri vardır. Fakat bizdeki gibi 3-5 tane değil epeyce oluyor. Hatta bazı evlerin camlarının önü tamamen çicek!!!

Bu çicek merakı sadece bununla da bitmiyor hemen hemen her köşe başında bir çiçekçi büfesi var. Hatta geçen gün bir sanayi sitesi gibi bir yerde vardı hayret ettim. Biz de (Ankara'da diyim) çiçekçileri mumla ararsınız.

6 Şubat 2011 Pazar

Çok üşeniyorum

Ara ara bana geliyorlar ve her şeye yetişmeye çalışıyorum ama maalesef bazen de değil kolumu göz kapaklarımı kaldıracak kadar bile enerjim olmuyor (bu bitmek bilmeyen soğuklar ve grimsi kıştan olabilir mi yoksa tamamen tembellik mi  acaba?)

Ballandırarak amanda Sibirya'ya gidiyorum, şöyle gezi yazısı yazacağım,böyle resim koyacağım dedim ama hak getire!!! Ahanada oradan döneli tam bir ay oldu bir tren yolcuğu hikayesi anlattım orada kaldım. Neymiş efendim öyle atıp tutmamak lazımmış çünkü ben henüz ruhen blogcu olamamış, olmaya çalışan biriyim. Resimler benim bilgisayarımda değil, onları aktarmaya üşeniyorum, oturup uzun uzun anlatılası şeyler var ve on parmak yazamadığımdan oturup yazmaya üşeniyorum, takıntılı olduğum yazım kurallarını olabildiğince doğru kullanmaya çalışıyorum ama düzeltme yapmaya üşeniyorum.... falan da filan...

Neyse efendim sözün özü şu ki eninde sonunda bu gezi yazısını yazıp fotoğraflarla yayınlacağım ama 'ne zaman?'  işte bu belli değil.......

Cumartesi günü  yaptığımız Tretyakov Resim Galerisi gezisinde bahsetmek isterim. Fotoğraf çekmek yasak olduğu için maalesef herhangi bir görsel yok, ama bağlantıya tıklarsanız ne kadar harika şeyleri gördüğümüze siz de şahit olabilirsiniz. Özellikle koleksiyon kısmını tıklayıp biraz bakmanızı tavsiye ederim. Bütün gördüklerimizi, resimleri anlatamam ama benim ağzımın açık kalmasını sağlayan bir kaç noktayı yazmadan geçemiyeceğim:


  • Cumartesi günü normalde dinlemek ve eğlenmek içim olan bir gündür değil mi? (Türkiye'de bu böyledir en azından) ama burdakiler için müze gezmek için bir gün olabiliyor.
  • Biz de müzeleri 'entel dantel dediğimiz tipler gezer' diye bir genel kanı vardır ve bu konu da genel de geyik konusudur ama buradaki müze ziyaretçileri yaş ortalaması 25-35 arası ve sıradan, sokaktan, normal insanlar yani gençler.
  • Biz de müzeler sinek avlarken, burada resmen sıra bekledik. 4 tane ayrı kasa olmasına rağmen her kasa önünde 15-20 kişiye yakın kuyruk vardı. Bir ara çıkan bir haber vardı (aslında habere bağlantı yapacaktım ama gazetenin arşivinde bulamadım :((( ) ve haberde müzeler akşam geç vakte kadar açık kalacak ve ücretleri daha az olacak diye; sonrasındaki haberlerde artık gece geç saatlerde sokağa taşan kuyruklardan fotoğraflar vardı. O zaman da 'nasıl yani?' olmuştum ve dün de aynı şeyi yaşadım. Vay be dedim...
  • Biletleri de sudan ucuz sanmayın 360 ruble (yaklaşık 19 tl)
  • Tam 54 tane salon var (siz düşünün ne kadar büyük bir müze olduğunu) ve salonların numaralarına göre gezerseniz baştan sona sadece şöylece bakarak yaklaşık 2,5-3 saat sürüyor. Bir rehberle ve resimlere tek tek bakarak gezerseniz sanırım müzeden çıkmak 2 günü alır.
  • Her salonun bir köşesinde, kadife sandelyede oturup resimlere göz kulak olan, yaşları yaklaşık olarak 60lardan başlayan, beyaz saçlı ama cingöz teyzeler var. Çaktırmadan da olsa fotoğraf çekmeye çalışanların yanında hemen bitiveriyorlar ve onları rezil ediyorlar :))))
  • Çıkışta müzedeki resimlerin yer aldığı sayısız hediyelik eşya var: mıknatıs, ayna, kalem, kart, defter, karton torba, çerçeveler...ben bir ayna ve mıknatıs aldım. Ayrıca da bir kitap satışı yapılan bir yer var...Rusçam, Türkçeme yakın olunca sanırım almak istediğim kitaplar olacak oradan....
Burada yazdıklarımın 'amanda biz ne kadar kötü bir milletiz' gibi bir anlayışla yazmadığımı belirtmek isterim; sadece keşke biz de bunu yapsak ne güzel olur diye düşünüp yazdığım şeyler, özendiğim hatta bizim tarihimizden değil 54, nice 54 salonluk malzeme çıkar diye düşünmekten kendimi alamıyorum....