24 Kasım 2010 Çarşamba

Öneri

Benim gibi televizyon düşkünü birinin Moskova'ya geldikten sonra televizyonla ilişiği tamamen kesildi. Sadece dil konusuyla alakalı değil, artık programları izlerken içim darlanıyor ve bir de bakıyorum parmaklarım zap yapmaktan ağrımış!!

Bu yeni eve taşındıktan sonra da evde ne normal anten var Rus kanallarını izleyebiliyorum ne de uydu var Türk kanallarını izleyebiliyorum. Haberleri, gazeteden; Türkiye'deki hava durumunu, telefonlaşılan arkadaşlardan; dizileri de ahanda bu siteden takip ediyorum:
http://www.dizihd.com

Gayet güzel bir site, kesintisiz ve dizinin yayınlanmasından hemen sonra izleyebiliyorsunuz. Burdan izlediğim ve çok beğendiğim yabancı bir dizi de var. Önceleri biraz aşırı küfürlü geldi ama izledikçe hoşuma gitti. Belki sizi de sarar, izlemek isterseniz 1.bölümden itibaren hepsi şurada mevcut: The Big C

20 Kasım 2010 Cumartesi

Benim sadık yarim kara topraktır

Burada çeşit çeşit tükettiğimiz üzümsü meyveler(ahududu, böğürtlen, yalancı iğde, yaban mersini vb.) hakkında kendimce bir çaba içindeyim. Bununla ilgili interneti köşe bucak dolaşırken çok hoş bir blog buldum. Sizle de paylaşmak istedim. Ankara'dakilerin de belki yolu düşer, bence çok araştırma ve emek var.


Toprağa emek veren ve kıymetini bilen herkesi seviyorum. 



19 Kasım 2010 Cuma

Bugün ne pişirdim?

Bugün canım hamur işi çekti ve bizim babaannenin çok güzel yaptığı ve bizim de devasa tabaklarla yediğimiz HİNKAL. Bu devasa tabakaları da zaten bilhassa bu yemek için kendisi getirdi.


Efendim suda erimeyecek cinsten katıca bir hamur yapıyoruz (Mantı hamuru gibi). Yuvarlak açıp kareler halinde kesiyoruz. Hamurları tuzlu suda haşlıyoruz ve tabaklara servis yapıyoruz(Sulu ya da susuz olabilir). Hamurun üstüne sarımsakla karıştırdığımız smetanayı koyuyoruz. Üzerine isteğe bağlı olarak yağda sade yumurta ya da domatesli yumurta yapıp koyuyoruz. Afiyetle koca tabağı lüpletiyoruz ve akşam akşam yediklerimizin ağırlığının altından kalmak için bol bol çay içiyoruz.

Şu ek bilgiyi de yazmadan geçemiyeceğim bu isimde bizim yörede de (Sivas'ta) bir hamur işi yapılıyor. Gerçi biz HİNGEL diye söylüyoruz. Hingelde de hamur kare şeklinde kesiliyor içine haşlanmış patates koyup üçgen kapatılıyor. Tuzlu suda haşlanıyor ve süzgeçle büyük bir tepsiye alınıp üzerine tereyağ dökülüyor ve sevenler afiyetle yiyor. Laf aramızda ben pek hazetmem bu HİNGELden. Burada da yoğurtlu bir çeşit var: tık

16 Kasım 2010 Salı

Umut

Her gecenin bir sabahı vardır...

Dün gece epeyce zor geçti, kuzumun nefes alıp verişini dinlerken ben yoruldum ki o nasıl acı çekti kim bilir? Saatler gece3ü gösterirken ateşi epeyce yükseldi ve öksürükte artık aralıksızdı. Ağrı kesici vermek zorunda kaldım. Onun etkisiyle sabah 7ye kadar çok derin olmasa da uyudu. Fakat sabah nefes alışverişi daha da zorlaşmıştı ve çare doktorun yazdığı kortizonlu ilacı vermekti.Ama aklımızın bir tarafında da yine hastaneye yatmak zorunda kalabiliriz gibi düşünceler uçuşuyordu.İlacı hava yoluyla saat 9:30 gibi verdikten sonra saat 11 doğru sanki göğsündeki çökme biraz azaldı, yemek yemek istemedi, sadece bir muz yiyip öğlen 1 gibi uyudu ama sadece 1 saat kadar çünkü öksürük gene daralttı ve uyandı.  Uyandığında rüyasında ne gördüyse artık :     'Anne roketimi makinede yıkama lütfen' dedi.

Sonrasında 2-3 yap-boz, bolca çizgi film simişariki (sevimli rus yuvarlak hayvanlar ), sonra bir kaç dergi okuma seansı.... Eve babamız geldiğinde ise sabaha nazaran bomba gibiydik.... işte bizim neşemiz, günümüzün ışığı, evimizin aydınlığı ve UMUDUMUZ babamız!!!

O geldiğinde onun da benim de tüm ağrı ve sızılarımız azalıyor...

Ben bunları yazarken baba-oğul koyun koyuna yatıyorlar :)
OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ... bugün de rahat nefes alabiliyorum diye şükretmeyi unutmayın!

15 Kasım 2010 Pazartesi

Hayatımda böyle iltifat almadım

Karnıbahar yemeği, bulgur pilavı, salatalık ve yoğurt..... Bu bizim bugünkü öğle yemeği menümüz!
Ancak ben bu öğle yemeğinin üzerine bir de koskoca bir iltifat yedim ki dünyadaki en güzel tatlılara değişmem.
Olay şöyle oldu:

Yemekten bir yarım saat sonra uyku faslındayız ama Ege uyumak istemiyor. Tamam o zaman ben yatıyorum sen de oyna dedim, ağlayarak, senin de uyumanı istemiyorum dedi. Bu arada, arada bir esince  rusça konuşuyor yine o havada sadece rusça konuşuyor....ben uzanınca:
-Ben de yanında yatabilir miyim? dedi ve sonra,
-Canavar olmaz di mi? diye sordu
-Hayır canavarlar sadece kitaplarlarda, çizgi filmlerde olur dedim. Fakat belki anne, canavardır diye ekledim şaka yaparak,
Elini yanağıma koydu:
-TI Nİ MONSTIR, TI MOY SILATKİ (Sen canavar değilsin, benim tatlımsın) dedi.

Tabii annenin ağzı kulaklarda :)

13 Kasım 2010 Cumartesi

Yollardayız

Bal kabağı ile yolculuk etmenin en keyifli yanı pencereden tüm gördüklerini büyük heyecanla aktarması....

Pencereden görünen ev, bizim evimiz, hemen tren istasyonunun yanındayız ve bunu çok seviyorum!

Hızlı trenler (suputnik) genelde beyaz renktedir ama dün bize mavi olan denk gelince biraz hayal kırıklığına uğradık ama kuzu uzun zamandır trene binmediği için mırın kırın kısa sürdü.

Metro çıkışında yürüyen merdivendeyiz ama oğlumun pek de foto model olma havası yok; o nedenle bu resim 'çekme dedim sana' serzenişleri eşliğinde çekildi. 

Yürüşümüz Kievskaya metrosu çıkışı da devam ediyor, konsolosluğumuza giden cam köprüdeyiz.... Buradada artık kitap standları kurulmuş ve bir çok da çocuk kitabı vardı ve Ege en çok Smeşariki ve Makuine takıldı ama almadık.
Artık Moskova'ya dönüş yolundayız ve hep kamera arkasında olan annenin fotosunu da sevgili arkadaşı Sibel çekiyor. 


Peki bu kadar yolu ne için tepmiştik kuzuyla? Bir MTKO toplantısı için ve konuk bir hukukçuydu, sorularımızı yanıtladı. Aklımda kalanları aktarayım belki burada yaşayanlar için faydası olur:

  • Şu marketlerin girişlerinde bulunan emanet dolaplarına aslında çanta bırakma zorunluluğumuz yokmuş. Eğer oradaki görevliler koymak zorundasınız derlerse o zaman siz de  'emanet sözleşmesi' getirmenizi istiyorum diyebilirsiniz.Bu sözleşmeyi imzalamadan koymam diyin. Çünkü bu tür bir durum için kişiler zorlanamazmış. Haa bir de bu dolapların yanında bir yerlerde 'kaybolan eşyalardan sorumlu değiliz' yazar ki zaten oraya bir şey koymamak için yeteri sebep....  Aman siz siz olun sakın ha PASAPORT, EVRAK ya da sizin için DEĞERLİ  olabilecek hiç bir şeyi buralar bırakmayın.
  • Türkiye'den getireceğiniz ilaçlar için mutlaka fişlerini yanında bulundurun.
  • Yeni yasaya göre getirdikleriniz arasında yer alan et,süt gibi yiyeceklere oradaki polislerin el koyma hakkı var.
  • Türkiye'deki ehliyetlerinizin burada çevirisini yaptırarak kullanabilirsiniz ancak bunun geçerliliği Rusya'ya girdikten sonra sadece 6 ay, sonrasında mutlaka ehliyetiniz ve çevirisiyle ilgili yere girip bir rus ehliyet edinmeniz gerekiyormuş. Bu arada Türk ehliyetiniz elinizden alınmıyor merak etmeyin.
  • Rusya'daki polislerin %40 kadarı sabıkalı insanlardan oluşuyormuş.
  • Şu an Rusya'da 75 Türk vatandaşı hapisteymiş.
  • Ruslarla Türkler arasında boşanmalar artmış. (Türkiye'de de arttı zati)
Rusya'yla ilgili hukuki konularla ilgili daha detaylı bilgi almak için tık.


12 Kasım 2010 Cuma

Günün ilk ışığı

Bu blogu açarken ne kadar hevesliydim ve heveslendirilmiştim. Ancak görüldüğü üzere ihmal edilmiş hatta bazen unutulmuş bir hal aldı.
Ancak tarih yeniden yazılıyor ve araya giren tatsızlıklar, hastalıklar ve tembelliklere artık son deme noktasındayım ve yan gel yat dizi izle modunda sıyrılıp çalışan, yazan, planlayan ve okuyan bir ruh haline kendimi ayarlıyorum. Yakında bu çorak blog sayfalarında bunun meyvelerini göreceksiniz sayın arkadaşlar....

Bekleyiniz... yakında  bu ekranda.... 


3 Kasım 2010 Çarşamba

....

Ergenken ve Türkiye'deyken ayıla bayıla yaşadığım yalnızlığa, 30lu yaşlarda ve Moskova'dayken kahrediyorum.